Böyle zamanlarda ben...

Hepimiz biliyoruz ki,
insan denen şu eşsiz mekanizma,
yüklendiği ciddi bir programla,
kendi kendini onarabiliyor…
Yaralarımız belirli süreçlerde iyileşiveriyor kendiliğinden…
Çoğu zaman,
bu süreci  daha çabuklaştırmak isteyip,
müdahalelerde de bulunuyoruz…
Fiziksel yaralarımızı daha çabuk fark edebildiğimizden,
tabidir ki,
girişimlerimizle çözümü çok daha çabuk sağlayabiliyoruz…

Ama bir de ruhani yaralarımız var işte…
Üzerimizde yarattığı etkilerine hemen vakıf olamadığımız…
Habersizce aniden yakalanıverdiğimiz…
Kendimizi,
kendimizle kavga eder bulduğumuz anlarda başlıyor o yaralar aslında…
O anlarda ufak ufak başlıyoruz ısırmaya bir yerlerimizden fark etmeden kendimizi…
Mesela kadınsanız, saçlarınızdan başlarsınız hemen işe…
Ucundan ucundan kesilmeye başlar o saçlar…
Fazla geliyordur her şey çünkü size o anlarda…
Saçlarda renk değişikliği yapıyorsanız hele,
bir hayli hatırı sayılır derecede sıkılmış, bunalmışsınız anlamına gelir durum…
Eşinize veya sevgilinize arıza durumu üst seviye alarm durumudur…
‘’İlgilen benle iyi gitmiyorum’’ mesajıdır o …
Tüm bunlar sizinle ilgili özel sorunlarda,
O havadan kurtulmaya yönelik,
genel tepkisel kadın davranışlarıdır…

Birde toplumsal travmalar var tabi ki…
Toplum olarak çöküntüye uğrayıp, delilik sınırına yaklaşılan zamanlar…
Sanırım şu anda bu durumu hepimiz yaşıyor olmalıyız…
Ülkemizin içinde bulunduğu  kaos ortamının,
beni delirme noktasına getirdiğini söyleyebilirim hemen…
Delirmeyi tek çare gördüğümüz zamanları yaşıyoruz ne yazık ki…
Çünkü normal bir insan evladının,
yaşananları içine sindirebilmesi bir hayli zor görünüyor şu ortamda…
Saç kesme ve boyama ile atlatılabilecek türden değil yani yaşananlar…
Evimizde yangın var çünkü…
Ve gidebileceğimiz başka bir ev de yok…
Bu yangın mutlaka söndürülmesi gerekiyor bu nedenle…
O zaman daha akılcı davranmamız gerektiğini düşünüyorum ben…
Ağır yaralandım,
gözle görünen bir şey yok ama, ruhum çok ağır yara aldı…
Ve ben o yüzden,
mümkün olduğunca düşünmemeye çalışıyorum bu dönemde…
Düşünürsem eğer,
bir türlü içime sindiremediğim şeyler var çünkü…
Bizlere bu kadar aptal görünebiliyor olduğumuz varsayımıyla davranılmasına, çok üzüldüm mesela…
Aynı düşünmeyen insanların birileriyle karşı karşıya getirilme çabalarına,
üzerimizden oynanmaya çalışılan oyunlara incindim…
Benim gibi düşünen insanların bile,
sosyal ağlardaki galyana gelmiş,
tansiyon yükseltmekten başka hiç bir şeye hizmet etmeyen paylaşımlarına,
kızdım…
Katledilen emir kulu gencecik canlara yandım…
Aklıselimin, sağduyunun,
bir anda yok olmasına…
Farkındalığı yüksek olan insanların,
böylesi bir dönemi,
diğer insanların farkındalığını sağlamak için daha akılcıl kullanıp,
bu doğrultuda bilgiler paylaşamamasına şaşırdım…
Bir çoğumuzun soru sormayı unutmuş olmamıza hayret ettim…
‘’Durum çok ciddi’’ başlığı ile sosyal medyada dolaşan bilgi örneğindeki gibi,
önümüze konan şeyleri sorgulamadan kabullenişimize ve itaat edişimizde
gelecek için ümitsizliğe düştüm…
Uzun süreceği aşikar olan bu sancılı dönem içinde,
ruh sağlığımızı acilen koruma altına almak yerine,
kendimizi otomatik olarak bu çarkın içine gömmemize ise şaşırdım…
Gelmemiz istenen yeri,
bizzat kendi paylaşımlarımızla pekiştirdiğimizi,
bu sayede de otomatik olarak parçası oluverdiğimizi göremememize çok üzüldüm…
Gezi’deki  gençliğin esprili ve sağduyulu yaklaşımlarını,
kocaman kocaman insanlar olarak bizlerin sağlayamamasına yandım…
Her kesimin sakinleştirilmesi yerine,
kışkırtılmaya çalışılmasına,
din adamlarımızın buna dahil olmasına,
çok ama çok üzüldüm…

Peki  o anlarda ne ihtiyaç hissetti o yaralı ruhum biliyor musunuz?
Kısaca sadece doğa ve hayvanlarla iletişim içinde olma isteği diyebilirim size…
Bu,
kargaşa içindeki hayata bir mola verme isteği, arınma isteği…
Zira,
insan olarak kirlenmiş, aşağılanmış hissettim kendimi…
Gözümde yaş yok belki ama, ruhum hıçkırarak ağlıyor…
Ona kulak kabartmak istedim…
Şanslıyım buna 3-4 gün kadar olanak da bulabildim…
Fotoğraflar çektim, eski medeniyetlerin beni hayrete düşüren yaşam alanlarını gezdim…
Yıldızları, ayı izledim uzun uzun…
Taş pilaklar dinleyip, saz eşliğinde türküler, güzellemeler, şarkılar söyledim…
Şerefe kadehler tokuşturdum…
Dans ettim…
Ve, gözden kaçırdığım en önemli şeye şahit oldum…
Sağlık nedeni ile,
bir çoğumuza göre hayatını zor şartlarda sürdüren,
80 üstü yaşındaki çok özel bir insanın,
bu yaşımda bende ve bir çoğumuzda olamayan,
yaşam sevincini, enerjisini gördüm…
Utandım…
O özel insan ayrı bir yazı konusu inanın…
Onu daha yakından tanıdığımda mutlaka onunla ilgili bir yazı okuyacaksınız benden…

Ve şimdi ben…
Yenilenmiş olarak bilgisayarımın başındayım…
Şimdi ben kendime güneşi ve o özel insanı örnek aldım…
Batmaktan korkmuyorum mesela…
Bir daha, bir daha,
yılmadan, yorulmadan yeniden doğmaktan da korkmuyorum…
Hiçbir zaman da vazgeçmeyeceğim yeniden başlamaktan…

Yoktan var olabilmiş bir ülke olarak,
 istersek küllerimizden doğabileceğimize olan inancım tam artık…
Sıkıntı yok efendiler!
Bu bir imtihan…
Kendimizle dalga geçip, eleştirebildiğimiz sürece,
düşünüp sorgulayabildiğimiz sürece,
çevreye uymak için kendimizi yontmadığımız sürece,
farklılıkları da gözetebildiğimiz ve önemsediğimiz sürece,
en önemlisi değerlerimizi koruyabildiğimiz sürece,
biz yine aynı biziz…
Bunu başarabilmiş ecdatlarımızın torunlarıyız…
O vatanda yaşıyor, o kanı taşıyoruz…

Dünün acısı,
bir gün gelip,
bu günün gücü olur efendiler…
Yeter ki kendimizi çevreye göre yontup,
hep beraber tükenmeyelim…
Yeter ki tüm Türkiye vatandaşları olarak çekilmek istendiğimiz mecrayı sorgulayabilelim…

Ve biraz sessizlik beyler bayanlar…
Biraz sessizlik…
Her şey ancak sessizlikte berraklaşır bunu da hiç unutmayalım…
Doğru olanı dillendirmek yeterli değil, aynı zamanda uygulayabilmeliyiz de…
Uygularken herkes için doğru olanı gözetebilmeliyiz…

Ve dahi, bu anlamda
sorularımız olabilmeli bizim…
Güneş balçıkla sıvanır mı?
Barışı ve de huzuru ancak hep beraber inşa edebiliriz bu ülkede…
Şimdi birbirimizi kucaklama zamanıdır…

İşte şimdi,
yurtta sulhun sağlanması zamanıdır…


Ayşe Nurhan Karahan


Popüler Yayınlar