Takılıp bir martının kanadına....
Takılıp bir martının kanadına…
Çözemediğiniz garip duygular içerisinde buluverirsiniz
kendinizi…
Fener tam da kalbinizin içindedir şimdi…
Dalıp gidersiniz öylece hayal alemlerine …
Nasıl savurur
sizi anlayamazsınız bile…
Bir bakmışsınız
,
fenerin ışığı ile, denizcilere selam
verdiğinizi hayal etmektesiniz…
Deniz fenerinize dayanıp,
ay ışığında yakamozları izlediğiniz
düşünceleri sarar bedeninizi…
Öyle dokunmuştur ki yüreğinize ,
takılıp bir fener müdavimi martı kanadına ,
gökyüzünden süzülüp feneri izlerken bulursunuz
kendinizi…
Müdavim martılarla dans ettiğiniz hissi içinde
kaybolur gidersiniz işte öylece…
Cemal Süreyya’nın ‘’ Öyle uzaktan seviyorum seni
…Kırmadan…Dökmeden…Parçalamadan…………….’’ dizeleri
misalidir durumunuz…
Biraz karmaşık duygular olduğu itiraf edilebilir
belki de…
Zira bu aşk tek taraflıdır…
Siz sadece böyle olmamasını umut edersiniz …
Öyle yüksek sesle konuşmalarını bekliyorsanız beklemeye devam edersiniz...
Aslında konuştukları bile pek söylenemez onların…
Milim kıpırdamazlar yerlerinden, çünkü taş
yapılardır…
Dalga sesleri arasında ne söylemeye çalıştıklarını hissetmek
durumundasınızdır…
Aptala dönersiniz gel-git dalgalarından…
Sonunda, bir kulak vereyim dersiniz elbette ki…
İnceden
fısıldadığını duyarsınız apaçık…
‘’Hey sen! ‘’
‘’ Işığımdan yararlan! ’’
‘’Bana bak, yerini fark et ve yönünü
tayin et…’’
‘’Buradan geçmenden ve arkadaşlığından mutlu
oluyorum, ama istediğin yere gitmekte her zaman özgürsün ‘’
‘’ Zor durumdaysan kapım sana hep açık … Ben buradayım… Lakin, zordur benim hayat tarzımda
yaşamak … Hem ben yalnız yaşamaya da alıştım… Ancak geçici kalabilirsin buralarda ’’
‘’ Ha
bir de, kapım sana olduğu gibi herkese de
açık bilesin!! ‘’
Öyleydi onlar…
Azgın dalgalara ‘’ karşı duruş ‘’ sergileyen,
ihtişamlı ama içleri
dar, kalpleri olmayan, duygusuz kulelerdi
aslında…
Hayatın onları çok yormuş olduğunu hemen fark
ederdiniz bir bakışta…
Siz kalpleri vardır diye düşünürdünüz,
onlar kalpleri olmadığını ispat etmeyi seçerlerdi…
onlar kalpleri olmadığını ispat etmeyi seçerlerdi…
Ruhlarını, gel geç misafirliklerle beslemeye
çalıştıklarına şahit olurdunuz…
Yüzeysel ve sığdı her şey...
Derin duygulara yer yoktu hayatlarında…
Derin duygulara yer yoktu hayatlarında…
Mış gibi, miş gibi yaşamlardan tatmin oluyorlardı sanki…
Etraflarını aydınlattıklarına şahit olurdunuz,
ama kendi içlerinde loş bir ışık vardı her
daim…
Kendilerine bir türlü yetemezdi o ışık…
Aslında yap yalnızdılar…
Her şeyden birazcık yaşamlar sürdürdüklerini
görürdünüz…
Geçmişte yaşadıklarını da fark
ederdiniz hemen…
Her şeye boş verişlerinin şifrelerini çözmeniz
çok zaman almazdı…
Bunu kendi istekleriyle yaptıklarını
kabullenmek istemeleri,
bir yerde kendilerini
kandırmaları aslında sizi acıtırdı…
Sanırım yüreğinize dokunan da bu olurdu…
Yazık olan bu potansiyele ve bu boş verişe,
yanardı kalbiniz…
yanardı kalbiniz…
Yaşam içinde edinilen tecrübelerle söylenebilirdi
ki;
hayatımızda ki bazı yollar, bıçak gibi kesilebiliyor
bazı zamanlarda…
Bazen de, birilerinin yoluyla kesişebiliyor…
Deniz Feneri misali birbirimizi aydınlattığımız
gerçeğini de asla değiştirmiyor…
Hayat ise,
her zaman bir yol,
bir çıkış bulduğunu garip bir şekilde tecrübe
ettirmiş hepimize…
Durum böyleyken,
bir gün bir bakıyorsunuz ki,
hayatınızdaki her şey birbiriyle bağlantılı aslında…
Her şey olması gerektiği için olmakta…
Ve sanki birden yeni bir göz açılıyor
bedeninizde…
Görmeyi öğreniyorsunuz…
Susamak gibi bir şey bu …
Uzun zamandır susuz kalıp,
farkına varamamışsınız gibi…
Tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi...
Tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi...
Kim bilir belki de,
kendinizi fark edebilmek için bir fenere,
aydınlanmaya ihtiyaç duymuşsunuz gibi…
Deniz Fenerlerine sonuna kadar güvenebilirsiniz
…
Çünkü ne görüyorsanız odurlar…
Yalansız , dolansız olduğu gibi açık sözlüdürler…
Merttirler ...
Yüreklidirler...
Yardımseverdirler...
Merttirler ...
Yüreklidirler...
Yardımseverdirler...
Etraflarını aydınlatırlar…
Zordurlar... Ben merkezlidirler...
Dayanmak bir hayli güç ister bu ‘’ ben,benim,hep
ben’’ duruşlarına…
Siz her şeye rağmen belki dersiniz…
Lakin gerçek odur ki, onlar gerçekten birer
taş yapılardır…
Değil mi ki o azgın dalgalar,
yontup esnetememiş o fenerleri,
anlarsınız ki yapılabilecek hiçbir şey yoktur…
Ve en nihayetinde;
yine bir martının kanadında ,
‘’mış gibi , miş gibi ‘’ hayatlarına terk edersiniz
o canım feneri…
Hey !
Deniz Feneri !!
Sonunda sanırım duydum sesini !!
Müdavim martılarına iyi bak !!
Ve şimdi sen duy sesimi !!
Sadece ölümdür,
tek başına yaşanan !!
Tırtıl'a gelince...
O öldüğünü düşünüyor ama,
kelebeğe dönüştüğünü unutuyor aslında...
Ayşe Nurhan Karahan